21 Kasım 2014

Geleceği okumak

Her geçen gün hayatımıza dahil olmaya başlayan akıllı teknoloji, artık vazgeçilmez bir alışkanlık haline geldi. Oysa durumun içindeyken bazı detayları fark etmek zordur. Bazen bir an durup, kendimizi dışarıdan, yabancı bir gözle ve objektif bir yaklaşımla değerlendirmek gerekir. Bu, neden–sonuç ilişkilerindeki subjektif sapmaları önlemek için alınabilecek en sağlıklı tedbirdir.

İnsan doğasını inkâr edemeyiz; inkâr ettiğimizde ise sadece kendimizi kandırırız. Çağlar boyunca yaşam koşulları değişse de insanın özü ve doğal hisleri hep aynı kaldı. Dünyayı ve insanları ne kadar değiştirirsek değiştirelim, en derin duygularımızı ve vicdanımızı değiştiremeyiz. Yapay bir özgürlük, ilk anda çekici gelebilir; ancak insan, hayatında öyle bir olayla karşılaşır ki, kazandığını sandığı zaferlerin koca bir boşluk olduğunu anlar. Belki de bu yüzden yaşlı bir insanla sohbet ettiğimizde, bize unuttuğumuz huzuru hissettirdiği için mutlu oluruz. Erdemlerinden uzaklaşmış bir toplumda, temel değerleri koruyan bir insan adeta diğerlerini büyüler. Aslında olması gereken bu iken, biz o kadar uzaklaşmışız ki… Bizi insan yapan şeyin, unuttuğumuz o içsel güven ve huzur olduğunu hatırlayınca hayret ediyoruz.

Artık bambaşka bir çağdayız. Hayatın, dünyanın ve insanlığın kaderini teknolojik gelişmelerle öğreniyor, kurguluyor ve senaryolarına şahit oluyoruz. Ama değişmeyen tek şey, insan faktörü. Bilgi akışını doğru amaçla kullandığımızda, hayatımızı kolaylaştıran ürünler ortaya çıkıyor; ancak amacı dışında kullanım da az değil. Her şeyi sosyal medyaya entegre etme çabamız var — ne gerek varsa. Sosyal medya zararlı olabilir; ama doğru şekilde kullanıldığında fayda sağlar.

Bugün öyle bir noktadayız ki, iki tip insandan söz etmek mümkün:

- Sosyal medya için yaşayanlar
- Sosyal medyada yaşayanlar

Buna bir de bu platformların getirdiği paranoyaklık ekleniyor: Kimin kimi takip ettiği, paylaşımları kime gönderme amacı taşıdığı, başkasıymış gibi davrananlar, hayatını olduğundan renkli gösterenler, sahte gülüşler, markalarla dolu fotoğraflar… Yollarını ayırmış insanların birbirlerine "ne kaybettiklerini" ima etmek için paylaştıkları sözler, tüm aile soyunu sıralar gibi listeleyenler, iğneleyici sözlerle belirsiz mesajlar verenler… Liste uzar gider; büyük resmi görebilenler için saymaya bile gerek yok.

Dikkat ederseniz, yazılı içerik neredeyse hiç ilgi görmüyor; sözler bile resim formatında paylaşılır hale geldi. Kitap okumayan insanlar günlerini ekran başında heba ediyor ve buna "ilgi" diyorlar. Sosyal medyaya karşı olmak eski çağ düşüncesi olabilir, ama önemli olan "ne yaptığımız" ve "neden yaptığımız" sorularına cevap verebilmek. İnternet sayesinde bilgi, geçmişe kıyasla binlerce kat hızlı yayılıyor. Peki insanlık, bilgi doyumuna ulaştı da mı artık bu kadar hoyrat davranıyor?

Gelecek, doğru okunursa güzel gelecek. Ama gelecekten kasıt, dijital dünyanın hayatımızı yönetmesi değil; teknolojinin bize zaman kazandırması, hayatımızı ve dünyamızı daha verimli kullanmamıza yardımcı olması, bilimin gelişimini hızlandırmasıdır.

Her şey yapay olarak taklit edilebilir; ama doğal bir gülümseyiş, gerçek mutluluk, huzur ve insani duygular asla. Nesneler kopyalanabilir, ama insanlık kopyalanamaz. Bu inançtan uzaklaşmak, insanlığın kendi sonunu hazırlamak demektir.

Geleceği doğru okuyabilmek için önce insanın kendisini doğru okuyabilmesi gerekir.

7 Kasım 2014

Aklımda sahneler


Aklımda sahneler var.
Sahneleri hafızalara kazınmış oyunlar…
Oyun gibi görünen gerçekler,
gerçek olduğuna inandırılan yalanlar…
Yalan olduğu bilindiği hâlde kabul edilen düşünceler…
Ve düşünülmeye bile cesaret edilemeyecek kadar tanıdık sahneler…