13 Aralık 2013

Gözlere merhem


Seni şehir merkezindeki bir meydanda bekliyordum. Artık gelmeliydin. Her geçen saniyeden sonraki an geçmek bilmiyordu. Köşede bir taksi durdu. Evet, o sendin ve senden başkası da olmazdı zaten. Biran her şey gri tonlarda iken sen oradaki tek renkli varlıktın. Gülümseyişin içimi ısıtmıştı. Gözlerim hiç üşümemişti ya da ben üşüdüklerini hiç fark etmemiştim.

Sana sarıldığımda gözkapaklarımın dahi ısındığını fark ettim. Gözlerime iyi gelen bir merhemdin adeta. Bir film sahnesi gibiydi: ikimiz sarılı vaziyette iken etrafımızda 360 derece dönen bir kamera, sanki zaman durmuş ve sadece ikimizin nefes alış verişinden başka hiçbir hayat belirtisi olmadığını belgeliyordu. Bu vaziyette kalabilirdim uzun süre, inan bana. Koluma girdin ve yürümeye başladık.

İlkbahar yağmuru gibisin. O kadar taze, o kadar doğal ve olması gereken gibi. Bir bulut kümesi kadar beyaz, güneş gibi ışıltılı, gökyüzü gibi aydınlık, doğa gibi canlı.

Yabancısı olduğum şehirde arabayla ilerlerken biran sana baktım; burada oluşumun tek sebebine. Her şeye değer dedim. Sokakta yürürken bana hitap ve seslenişinin bendeki etkisini sana nasıl tarif edebilirim ki; bu ancak hissedilebilir. Sesin sanki her seferinde içimden bir şeyler alıp götürüyor. Hani büyüdükçe yitirilen doğal ve basit olan her şey seninle geri geliyor. Biran başını çevirip göz göze geldiğimizde ise küçük gamzendeki o tebessüm hayranlık uyandırıcıydı. 

Elimi tuttun. İyi ki de tuttun.