4 Ocak 2014

Dünyadan yolculuk


İnsanoğlu tarih boyunca ortak duygularının keşfi için çabalamış ve nihayet hangi katmanda olursa olsunlar karşısındaki herhangi birinin de kendi ile aynı hisleri yaşayabileceğini anlamıştır. İnsana özgü olan bu bilinç, günümüz yaşantısında, hızlanan teknoloji ile her ne kadar somut bir değer taşımıyormuş gibi görünse de öyle bir anda kendini karşımıza çıkarır ki; biz bunu sanki karşı çıkamayacağımız, engelleyemeyeceğimiz bir tabiat olayı gibi sessizce kabulleniriz. Bu durum, gözlükleri çıkarıp dünyaya bakış şeklinin yönünü ve derinliğini sorgulamaya sevk eder.

Hani zamanın çok küçük bir diliminde uzun bir zamanı hızlıca yaşamak gibi dünyadan kopmak… Bir anda her şeyin, herkesin bir sonunun olduğunu hissetmek… Kırılan, ayrılan yolların sonunu görebilmek… Kendi haritamızda yönlerimizi planlamak… Hala boş umutlar ve beyhude çaba içerisindeki anlamsızlıkları taşıyan bireyleri birandan kendinden elemek… Oturmamış kişiliği ve anlamsız tavır, takıntılarıyla bir grup insanı yönetebilecek bir konuma getirilip başkalarını hayattan bezdiren, bu durumdan dolayı da kendine madalyon takan zihinsel çoraklık… Salt kendi menfaatini düşünerek haklılığını anlamsızca ve mantıktan bağımsızca savunabilen kıymetsiz varlıklar… Yapay koşullar ve taçlar oluşturup takınmak ve diğer insanlara boyunduruk takmak… Kendine anlatıp kendi gibi cevap verilmesini karşısındakinden bekleyen yapay olgunluk sahibi kişilerin kendilerini dev aynasında görmesine sebep kişilerle beraber topluma olan kayıtsızlıkları o kadar göz önünde ki… 

Dünyanın bir dengesi olduğu şüphesizdir, tabiatın da. İnsanlık dünyadaki fiilleriyle kendi sonunu hazırlıyor adeta. Bazen dersin, o kadar değerli insanlar varken, tüm bu lüzumsuzluklarına rağmen diğer sözüm ona kişilik teşkil edip içleri boş olan varlıklar halen nasıl var olabiliyor? Düzen böylesine emanet gidiyorsa, belki o sayısı çok az olan değerli insanların hatırınadır diye düşünmek gerekir.