26 Ağustos 2013

Özdeyiş


Bazen mutluluk, yalnızca o anın içinde kalabilmektir.

Kollarını iki yana açıp cesurca koşarken, zihnin ne geçmişte ne de gelecektedir; yalnızca şimdide.

Ama birden, yüzüstü düştüğünde ya da düşürüldüğünde…

O andan sonra yaşananlar, seni sanki geriye savurur; düşüncelerin ise çoktan ileriye gitmiştir.

İki uç arasında, zamanın tam ortasında kalırsın.

"Ruhunu kaybeden dünyayı kazansa ne çıkar."
"Okumak gıdadır, okuyan insanlık, bilen insanlıktır."
"Kalp boşaldıkça kese dolar."
"Kadınlar zayıftır ama anneler kuvvetlidir."
"Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder."
"Dünyadaki başka hiçbirşey, hiçbir ordu, zamanı gelen bir düşünceden daha güçlü olamaz."

- Victor Hugo

"Yiğitlik intikam almak değil, tahammül etmektir."
"Alınyazımı değiştiremem ama istemediğim kadere de boyun eğmem."
"Gürültü için akordu bozmak yeter."
"Ne yoksuldur sabrı olmayanlar."
"Tazılar kondisyonlari için koşar ama efendileri için avlarlar."

- William Shakespeare

"Yavas yürüyor olabilirim ama hiçbir zaman geriye doğru yürümedim."
- Abraham Lincoln

"Keskin sözcüklerin altında çoğunlukla zayıf ve ikiyüzlü düşünceler yatar."
-Maksim Gorki

"Güçlülük hanımefendilik gibidir, öyle olduğunu söylemek zorunda kalıyorsan, öyle değilsin demektir."
- Sid Ryan 

"Yaptığınızı, bir başka budalanın, bunları sizden beklediğini düşündüğünüz için yapıyorsanız, onun sizden bunları beklemesi de, sizin onun bunları beklediğini umduğunuzu sanmasından ileri geliyorsa, herkes istemediği bir şeyi yapıyor demektir. O zaman ortaya hakikaten budalaca bir durum çıkar."
- Bernard Shaw

18 Ağustos 2013

Öfke ve cesaret

Kalbini ikiye bölen bir görüntüdür, öfkeni yücelten.
Üstüne gitmek istersin; buna bir son vermek için.
Etrafa bakarsın, seninle aynı düşünen başkaları da var mı diye.
Belki de meydan okumak istersin tek başına.

Başını arkaya çevirmeden ilerlersin. Önünde bir yol vardır.
"Işığın yüzüme vurması mı, yoksa bu görüntülerin sebebine son vermek mi beni aydınlatacak?" diye düşünmeye başlarsın.
Kendine inanırsın. Yalnız değilsin.

Asırlardır senin gibiler olmuştur, var olmaya da devam edecek.

Kalbin titrer. Bu, kaçınılmaz. Ardı ardına gelen notaların keman sesindeki ince ve isyansı çığlık seni tetikler sanki. Derin bir nefes alırsın. Kalbin çırpınır adeta seni güçlü kılmak için. Dayanman için. Mücadele etmen için. Damarlarına cesaret dolar. Haksızlığa isyan edercesine öfke pompalar bedenine. Yumruklarını sıkarsın. Gücüne inanırsın. Tek olduğunu düşünürsün o an; cesaret erdemini gösteren senin gibi koca bir yüreğe sahip olanların da dev bir topluluk olarak yanında olduğunu bilmeden.

Kollarını her iki yana açarsın. Haykırırsın; adeta "Siz hepiniz, ben tek!" diyerek. Koşmaya başlarsın. Mutlusun. Arkanda düşüneceğin hiç bir şey yoktur. Üstüne gidersin. Artık hiç bir şeyin bir anlamı yoktur sanki. İnsan, her şeyi gözden çıkarınca özgürleşir. Bunu anlıyorsun. Güzel bir duygu olduğunu hissedersin. Sen de özgürsün artık. Gülümsemeye başlarsın. Bağırırsın. Hem de avazın çıktığı kadar. Rüzgar içine dolar. Doğa yardım ediyor sanki diye düşünürsün. Gözlerinden yaşlar damlar kontrolünde olmadan. Hayır, duygusallaşmadın. Yaklaşıyorsun, gitgide. Artık bir son vermek istiyorsun dünyayı kötü kılan her şeye.

Gülümserken benzerlikler canlanır aklında. Senden daha hızlı. O anlara yüklenen kareler seni körükler. Hepsi aynı diye düşünmeye başlarsın. Buna alışkınsın. Hayatta olanlar, hep birbirinin varyasyon tekrarı değil midir zaten. 

Büyük resmi görürsün. Ufkun boyut aşar. Bilirsin, detayların boyutları eşit değil. Etkileri de aynı değil. 

Kabul etmezler. Senin düşündüklerini bilemezler çünkü yaşamamışlardır ya da yaşayamazlar. Seninle içinde değiller. Oysaki senin sınırların hep saydamdı. Onların gözlerinde ise hep bir gözlük; görmelerine engel olan. Gerçeği bilmezler. Gerçek senin içinde gömülüdür. Kaçıncı maskelerini takıp gerçek olamayacak kadar samimi yaklaşmaya çalışırlarsa çalışsınlar, senin gözünde küçüldüklerini fark edemeyecekler. Cesaretin nasıl yüce bir erdem olduğuna  bir kez daha inanırsın. Yüzleşmeyi başaramayıp öğrenmedikleri gerçekleri kendince bildiklerini düşünürler. Buna inandıkları için zamanla bu, kendi gerçekleri olur. Zehirlendiklerini bilmezler. Doğal gerçek yerine yapay gerçekliğin ardına saklanırlar. 

Sahneler canlanır aklında. Vazgeçip, çırpınmadan denize yürümek istersin. Yüzünde soğuk, anlamsız, donuk bir ifade. Bu, herkeste aynıdır. Yeryüzünde ne kadar karşılaşmışsan, o bakışın tıpkı diğeri gibi olduğunu görürsün. 

Uykuya dalmak istersin. Uzun süre gözlerini ve aklını kapatmak.. Zaman dursun mu istersin yoksa daha hızlı mı ilerlesin? Uyandığında daha geride mi olmak istersin, daha ileride mi? 

Sözler anlamını çoktan yitirmiş, yetim kalmışlardır. Sözcüklerin normalde hedef sektirmezken sen konuşmak istemezsin. Çünkü kalan anlamlarını boşaltabilecek kadar geniş bir dimağ yoktur etrafta.

Yağmuru seversin. Kocaman bir camdan izlemeyi de. Yağarken yürümeyi de. Kainat dünyayı temizlemeye karar vermiş gibidir. Temizlik esnasında ayak altında olmak iyi bir fikir olmasa da sen şemsiyenin altında yürüyüp o kokuyu içine çekmek ve böylece kendini de temizlemiş, yenilemiş gibi hissetmek istersin. Sokakta insanların koşuşturmasını ya da sakince ilerlemesinde hep aynı tema vardır: sessizlik. Sanki yağmur kendilerini sorgulamalarına sevk etmektedir. Kendilerine sordukları sorulara cevap veremiyorlar belki de. Fırtınalar mı kopuyor acaba içlerinde? Yoksa bunu kişisel bir efsaneye dönüştürmüş ve kendilerini hep haklı gören savunmalarının içinde sonsuz bir döngüye mi takılmışlar? Küçük çocuklarınsa sevecen sesleri gelir kulaklarına. Neden sussunlar ki hem onlar da? Göz göze gelince gülümseyip göz kırparsın. Utanır, çekinir belki ama hoşuna da gider. Yüz ifadesinden anlarsın bunu. Onların dünyası bembeyazdır henüz. Daha çok masumlardır. Tebessüm gelir yüzüne. Kaldırımda yürümeye devam edersin. Yürüdükçe her adımında notalar daha coşar gibidir. İskeleye gelmişsindir. Şemsiyeni indirirsin. Yüzünü göğe kaldırırsın. Gözlerini kapatırsın. Yağmur yüzünü öpüyordur sanki. Kollarını açarsın. Sarılmak istiyorsundur adeta bulutlara.

14 Ağustos 2013

Yerüstünden notlar

Gözlerimizi açtığımızda dışımızdaki her şeyin değiştiğini görmeyi mi, yoksa görmemeyi mi isteriz?

Kimi zaman her şeyin ve herkesin değişmesini dileriz.

Bir yeri anlamlı kılan, bizim için önemi ve değeri olan insanlardır. Gerisi ayrıntıdır aslında.

Oysa bazen öyle hissederiz ki, sanki olduğumuz yerin dünyada bir yer olduğu olgusu dışında hiçbir anlamı yoktur.

İnsanları olgunlaştıran zaman mıdır yoksa sabır mı? Galiba her kişi de…

Asıl önemli olan geç olmadan olgunlaşmak değil midir? Yapay olgunluktan bahsetmiyorum; bilinçli olgunlaşmışlıktan dem vuruyorum.

Ama olgunluk diye sabrın sınanmasına da gerek yok, bunu tespit edebilecek bir nitelik yok.

Ruhumuza fazladan bir kıvılcım katmanın gereği de yoktur.

Beden olarak olgunlaşmış fakat zihnen ve kişilik olarak yetişmemiş birçok insanla karşılaşmak, aynı ortamları paylaşmak ya da belli bir zaman diliminde yan yana gelmek zorunda kalmak, sabır telkinlerini gerekli kılar; o zaman diliminin bir an önce son bulması için kendimize yardımcı olur.

Zaman çok hızlı ilerliyor ve hiç durmayacak; her geçen süre geri gelmeyecek.

Tanıdık gelen bir şeyler etrafta olmayınca aklına hep hatıralar mı gelir?

Hatıralar aklında canlanınca, gözleri kapatıp o anları tekrar yaşamak mıdır zamanı hızlandıran ya da yavaşlatan?

Ayaklarımızın yere sağlam basması için yükümüzün artması gerekmiyor.

Hüzün çekici midir? Bence değil. Aramız hiç olmadı.

Başarılı insanları hayat öykülerine ilgi duymuşumdur. Karakterlerini başarılarına yansıtmışlardır çünkü.

Ben de aynı fikirdeyim: insanın davranışları, karakterinin yansımasıdır.

Kendileriyle çatışma hâlinde olanlar ise bunun henüz farkına varamamışlardır.

Öyle ki, bir yolu yanındaki insanla birlikte yürümeye başladıktan sonra sebepsizce vazgeçip, mümkün olana(cesaret edilemeyene) meydan okuyup o insanı ve yolu yarıda bırakıp favori filmlerinin The Notebook olduğunu iddia edenlerin sayısı oldukça fazladır.

Hepimiz aynı hayatın içindeyiz. Renklerimiz farklı, gölgelerimiz benzer.

Mutlu sonları seviyorum. Kahramanların yüzleri hep gülümser çünkü.

Hayatta gizli kahramanlar yok mudur, biz göremesek bile?

13 Ağustos 2013

Her şey sende gizli


Yerin seni çektiği kadar ağırsın,  
Kanatların çırpındığı kadar hafif.  
Kalbinin attığı kadar canlısın,  
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...  
Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü..  
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,  
Karşındakinin gördüğüdür rengin.  
Yaşadıklarını kar sayma:  
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,  
Sevdiğin kadardır ömrün.  

Gülebildiğin kadar mutlusun.  
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin  
Sakın bitti sanma her şeyi,  
Sevdiğin kadar sevileceksin.  
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer  
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.  
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;  
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.  
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,  
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.  
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,  
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.  
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın  
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.  
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.  
İşte budur hayat!  
İşte budur yaşamak,  
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın  
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün  
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun  
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,  
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,  
Bebek ağladığı kadar bebektir.  
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,  
Sevdiğin kadar sevilirsin... 

Can YÜCEL

12 Ağustos 2013

Kürk mantolu madonna


Bazı kitaplar vardır, sadece okunmaz; kalbine işlenir, ruhunun bir parçası olur.

Yıllar önce birkaç kez okumuştum. Bugün yeniden paylaşmak istedim; belki hâlâ tanışmamış ya da okumaya fırsat bulamamış olanlara bir hatırlatma olur diye.

Etkileyici ve insanın içine işleyen bir sanat harikası...

Yüreğimizde şiddetli bir fırtına koparan; bununla da yetinmeyip içimizi yırtan, parçalayan, acıtan, kanatan… Ne fazla, ne eksik; tam olması gerektiği gibi bir edebiyat başyapıtı.

Bittiğinde, Raif’in Maria’nın yanında duyduğu huzuru ve ondan uzakta hissettiği acıyı bir arada yaşatan; okuyan her erkeğe “Maria Puder’ini” aramasının ne kadar doğru olduğunu hissettiren… Ve eğer erkek, bulduğunu düşündüğü Maria Puder’ini okumuşsa, anlamını sonsuza katlayan bir kitap. 
Kitaptan biraz alıntı yapmak istiyorum:

"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. "

"Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. "

"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu. "

"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum.” dedi. “Bu eksiklik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki; insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. "

"Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tem bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi? Bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. İçimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. Kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. Seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. İnsanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı. Bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. Kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok kaçıyordum. ' O bile böyle yaptıktan sonra! ' diyordum. "

"Bir şey noksandı, fakat bu neydi? Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm. "

"Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum. "

"Devam etmek basit bir şeydir,
Geride bırakılanlardır zor olan.
Bilirsin ki uyuyanlar acı duymaz;
Yaşayanlardır korkan..."

"Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her turlu dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanin içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'Bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır. "

"Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak. Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak.

Dünyada bundan daha ferah verici bir şey olabilir miydi?"

"Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır. "

"Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."

"İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir. "

"Kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu. "

"Trenin hareket saati gelmişti. Bir memur vagon kapısını örtüyordu. Maria Puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle, fakat tane tane:

-'Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim' dedi.

Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave etti:

- 'Nereye çağırırsan gelirim!' "

"Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum..."

11 Ağustos 2013

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya


Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına    
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Ataol BEHRAMOĞLU

10 Ağustos 2013

Mutsuz insanları kandırmak zordur


İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.

Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.

Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.

Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.

Emrah SERBES

9 Ağustos 2013

Aforizma

Bazen hiç tanımadığınız bir insanla yollarınız kesişir.

O kısacık zaman diliminde tanışırsınız ve her şeyin bir sebebi olduğunu hissedersiniz.

Birbirinizi tanıdıkça, bunun tesadüften öte bir şey olduğunu düşünmeye başlarsınız; çünkü hayat normalde bu kadar cömert değildir.

Böylesi bir insanla bir daha karşılaşamayacağınızı hissedersiniz. Bilirsiniz, anlarsınız; çünkü öyle bir insan bir daha gelmez gibi gelir size, belki de.

8 Ağustos 2013

Yaşam amacı


Bir ormanda yangın çıkmış ve yanmaktadır. Bütün hayvanlar da ormanın yanışını seyretmektedir. Yalnızca bir serçe, su birikintisinden her seferinde birer damla alıp getirip ateşin üzerinde bırakmaktadır. Bunu gören diğer hayvanlar hep birlikte gülüşmüşler ve hemen sormuşlar: "Napıyorsun, yanıyor işte, ne yapabileceksin ki?" Bunu üzerine serçe: "Benim elimden gelen budur." demiş.

Hedefleriniz, ulaşmanız gereken bir şeydir ama hayalinize ulaşmanız gerekmez. Bir Fransız atasözü: "Yıldızlara dokunamazsınız ama karanlık gecelerde onlar size yol gösterirler." O ilerde bir yerlerdedir ve hiçbir kriter yoktur hayallerinizle ilgili. Tek kriter vardır: sizin inanmanız. İnanç, görünmeyene inanmaktır, görünmeyene inanırsanız başkalarının görmediklerini görürsünüz. Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yoktur. Hayaller tombul ise hedef olurlar. T-tatmin edici, O-ortak, M-mantıklı, B-belirgin, U-ulaşılabilir, L-limitleri belirli. Neyi başarabileceğinizi sizden başka kimse bilemez.

Seattle'de yapılan Dünya Down Sendromu 100 metre çocuk koşusu yapılıyor. Kızlı erkekli koşmaya başladıktan sonra bir çocuğun ayağı diğer ayağına takılır ve yere kapaklanarak düşer. Ardından da bağıra bağıra ağlamaya başlar. Bütün stad susuyor. Çocuğun ağlamasını duyan diğer 8 çocuk koşmayı bırakıp yerde ağlayan  çocuğun yanına gelirler ve yerden kaldırırlar. Bir kız eğilip yere düşen çocuğun dizinde kanamış olan yeri öper ve "-Bu, seni iyileştirir." diyor. Çocuk, bunu duyunca hemen susuyor. Giriyorlar koluna. 9 tane zihinsel engelli çocuk yarışı beraber bitiriyorlar. Bu maraton değil, 100 metre yarışı. Bu çocuklar bu yarışa bir daha katılmayacaklar. 4 yılda bir yapılan bu yarışmaya bir daha katılma ihtimalleri yok bu çocukların. Size birşey sormak istiyorum: Onlar mı zihinsel engelli, biz mi? Bir yarışa sokarlar insanı. Koşarsınız, koşarsınız, koşarsınız... Bir dönersiniz ve dersiniz ki "-Ya ben ömrü bunun için mi geçirdim?" Ülkede zeki adam derdi yok ama ülkede dürüst, güvenilir, inanılır adam derdi var. Aksini iddia eden varsa dünya yolsuzluk sıralamasında kaçıncı olduğumuza bir baksın. Yüzünüze iki maske takarsınız. Bir süre sonra hangi maskenin size ait olduğunu unutursunuz. Sistemin çıktısı, ürünleri olan insanlar gereği herkese roller öğretildi. Rollerini uyanmadan sürdüren insanlar ne kadar faydalı olabilir ki? Varlık konusuna geleceksek; çünkü birçok olayın sebebi buna bağlanıyor: neye sahip olduğunuz ne kadar zengin olduğunuz göstermez. Neye ihtiyacınız olduğu ne kadar zengin olduğunuzu gösterir. Fiziğe göre iki cisim aynı anda aynı yerde olamaz. Beynimizde olumsuz düşünce varsa olumlu düşünceye yer yoktur. Eğer olumlu düşünce varsa olumsuz düşünceye yer yoktur. Olumlu düşünce olumlu davranışa, olumlu davranış da kadere olumlu dönüyor. Herşey, birşeyin sebebi olma yolundadır ve mücadele ve de emek ister. Bedava peynir sadece fare kapanında olur. Tüm gün ya karanlığa küfredersiniz ya da güneşe yürürsünüz. Eğitim, insanlara belli bilgileri empoze etmek değildir. Onun adı propagandadır. Eğitim, insanların hayal gücünü büyülemektir. Yaratıcılık, sınırların dışına çıkabilmektir. Adamlar boğazı zincirle kapattıklarında karadan gemileri geçirmeyi akıl etmektir. Bu, sistemden bir kaçıştır ve bunu yaparsanız size anormal gözüyle bakarlar. Pozitif yaklaşımı olan yaratıcı insanlar dünyanın ve kurumların gelişimini sağlayanlardır.

İki tane akıllı kız kardeş var. O kadar akıllıdırlar ki okul bunlara yetmiyor. Sonra bu kardeşlere diyorlar ki: "-Tepede kör bir bilge var, sizi onun yanına götürelim." Gidiyorlar. Kardeşler ne sorsalar adam doğru cevap veriyor. Sonra diyorlar ki biz bu adamın yanında eğitim alalım. Eğitim almaya başlıyorlar. Fakat bir süre sonra diyorlar ki: "-Biz bu adama öyle bir şey soralım ki bilemesin."Kızlardan biri diyor ki:"- Avucuma bir kelebek alacağım, canlı mı ölü mü diye soracağım. Nasılsa adamın gözleri görmüyor. Ölü derse bırakacağım, canlı derse ellerimi bastıracağım. Hayatta bilemez." Alıyor kelebeği avucuna, gidiyor bilge adamın karşısına. Uzatıyor avucunu ve bilge adama diyor ki: "-Bilge adam, benim avucumda bir kelebek var. Canlı mı ölü mü?" Adam kızın gözlerine bakıyor ve diyor ki: "-Senin ellerinde kızım, ikisi de senin ellerinde." Bundan sonrasına baktığımızda kendi geleceğimiz kendi ellerimizde.

Ahmet Şerif İZGÖREN

7 Ağustos 2013

Aç kal, budala kal


"Zamanınız sınırlı, o yüzden başkasının hayatını yaşayarak çöpe atmayın o zamanı… Diğer insanların fikirlerinin gürültüsünün, iç sesinizi bastırmasına izin vermeyin. En önemlisi de, yüreğinize ve içinizdeki sese kulak verecek kadar cesur olun. Her nasılsa, gerçekte nasıl biri olmak istediğinizi onlar zaten biliyorlar."

- Steve Jobs

1 Ağustos 2013

Merhaba


Ne olacağını ben de bilmiyorum. Belki bir gün gezi notları, başka bir gün okuduğum bir kitap ya da izlediğim bir filmin ardından gelen düşünceler… Ya da sadece o gün aklıma düşen bir cümle.