Yüzlere bakmak sanki unutulmuş. Önceden yapılanlardan dolayı cesaret mi bulunmaz o bir çift göze bakabilmek için ya da daha sonra yapılacak hatalar için birer uyduruk kılıf bulup sahte insanları taraftar toplamak mı, kendine biçeceğin değerin olmayan kalitesini göstermek için? Mantıktan yana en ufak bir kırıntı bile varsa, bireyde sabun köpüğü gibi yanında konuşlanıp, kendini, anlayış gösteriyormuş gibi gösteren menfaatçi güruhları hayatından yaka paça atar.
Eğer ilgiden hoşlanan biriysen de üzgünüm: o gerçekliğine inandığın samimiyet ve gülümseyen yüzler gerçek değiller. Bunu öğrendiğinde yoksun olduğun güç seni gözyaşlarına boğacak ve ihanete uğramış gibi bu kötü dünyaya lanetler okuyacaksın. Sonra da bunu kendine intikam kılavuzu ilan edip yaptıklarının dozunu arttırarak kendini haklı görecek, daha da ileri gideceksin.
Kendince hayatını özgürce yaşayıp kendi kararlarını almak gibi doğal bir konuşma arkasına saklanılan düşüncelerin bir sonucu olarak, bahse değer kişiler kendini hiç kimseye ait hissetmez ve seçme özgürlüğüne sahip olduğunu düşünerek kendini kandırır durur.
Hep kendisinin haksızlığa uğradığını söyleyenler ile hiçbir şey yapmadan her şeyin en iyisini hak ettiğini ifade eden insanların oluşturduğu kümeye doğal olarak söylenmesi gereken bir çift söz doğar akıllarda: Madem sen o kadar doğru ve değerli bir insandın, neden karşılığını göremedin? Doğru insanlar mı karşına çıkmadı? Peki arayış çabası gösterdin mi, yoksa sadece kolayına geldiği gibi bekledin mi?
Değer sahibi bir insan kendini insanlara ıspatlamaya çalışmaz; çevresi zaten bilir. Masum, saf ve temiz rolü yapadurmanın sana bir kazancı olmayacak. Hep olduğun gibi davranmalı, gerçeği gizlememeli ya da gizlediğini sanmamalısın: her zaman mazlumu oynayıp ihanetin en kalleşçesini yapıyor olduğunu unutamazsın.
Çeşitli hayallerle yapılan alışverişin geçici mutluluğu çok kısa sürer. Her gece başını yastığına koyduğunda vicdanın seni rahat bırakmayacaktır. Bununla mücadele edip uykunun gelmesi için müzikle kulaklarını doldurduğun ezgilerin de sana bir faydası olmayacaktır.
Sırf yalnız kalmamak için bir insana sığınmak, o insana yapılacak en derin kötülüklerden biridir. Ardından olasılıklardan bahsetmek gibi küstahça devam etmek… Birkaç doz üstü de bunu ona aynen söylemek. Bu konuşmadan sonra söylenecek söz kalmamıştır çoktan. Yapılacak tek şey kalıyor: o kişiyle alakalı her şeyi hemen silip atmak ve hayatını tüm ayrıntılarından arındırmak. Daha sonra ilgili olabilecek hiçbir şeyi görmemek, okumamak, yok etmek.
Ayna karşısına geçip kendine bakmak gerekir bazen. Görüntüne değil, ruhuna, yaptıklarına, geçmişine; çünkü yaptığın makyaj ne kadar güzel ve kaliteli olsa da yüzünde kalmayıp geçecektir. Gerçek elbet ortaya çıkacaktır, her ne kadar insanlardan saklamaya çalışsan da. Karşındakinin yerine koyabiliyorsan kendini ve hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorsan defalarca takdiri hak etmişsindir.
Birey, kendine yalan söylememeli, yalanlarla hayallerini oluşturmamalı; yalan temelli hayallerinin gerçekleşeceği düşüncesiyle kendine kötülük yapmamalı. İnsan kendisine yapılan konuşma sonrasında sadece susuyorsa, bu kabulleniş demektir. Çünkü ortada bir haksızlık varsa mücadele edilir ve pes edilmez. İnsanın mayasında var haksızlığa uğradığında aksinin ıspatı ve gerekli çaba.
Başka bir ifadeyle: Kabullenip susmak doğru değildir. İnsan, eğer doğru olmayan bir iddia karşısında susuyorsa o iddia doğrudur. Ama canla başla karşı gelip ıspatlamaya çalışırsa ve bu çabasından basit gurur davranışlarını hiçe sayarak sıyrılabilirse, işte o insan gerçek insandır. Uğrunda mücadele ettiği şeyde de haklı olması konusunda şüpheye gerek yoktur.
Bir insanın kalitesini aile terbiyesi gösterir. Eğer aile de temel değerlerden yoksunsa, uçurumun boşluğu baş döndürücü olur ve hemen uzaklaşmak kişinin kendisine yapabileceği en büyük iyiliklerden birisi olur. Kimsenin kalbi kırılmamalı, ne pahasına olursa olsun. Gönül alınsa bile nafiledir; duvardaki çiviyi söksen bile çivinin izi duvarda kalacaktır.
Bazen dışarıda insanların yüzlerindeki ifadelere dikkat ediyorum; kimisi o kadar masumca geliyor ki… Henüz tertemiz, bembeyaz bir yaprak gibi. Kalbi kırılmamış, heyecanı söndürülmemiş, gözlerindeki ışık söndürülmemiş. Kendini tanıyamamış, beklentisi olmayan ve hayata karşı duruşu olmayan, çıkarcı birileri tarafından harcanmamış.
Öylesine saf ve temiz yüzler görüyorum ki bazen içimden sımsıkı sarılmak geliyor. Sonra diyorum ki: Merak etme, hepsi bir aşama; bunun yaşanması gerekiyor. Böylece hem kendinin hem de karşısındakinin kıymetini en derinine kadar bilebilsin, onu el üstünde tutabilirsin ve kalbinin en ortasına koyabilirsin.
"Ne doğrarsan çanağına o gelir kaşığına." sözü yeterince açık değil midir? İlahi adaletin gecikmeyeceği hiç şüphesiz gerçekleşecekken, korkusuzluğun arkasındaki boş güvenin kaynağı ne kadar akıl kârı olabilir ki? Her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde bir kötülük olması…
Dualarına şahit olduğum çok müstesna bir insan vardı. İlahi adaletin muhakkak yerini bulduğunu o kadar güzel betimlemişti ki, insanın bilincini pekiştiren örnekleri çok etkileyiciydi ve gerçek hayattan kesitlerdi. Kişi, her ne yaptıysa muhakkak aynısını bu dünyada kendisi de yaşayacak, ahirette de hesabını verecektir.
Şimdi dualarımdan "herkes için" ibaresini kaldırmış olmamın haklılığını bir kez daha anlıyorum. O çok değerli büyüğümün tüm sözleri sanki kulaklarımda yeniden canlanıyor. İnanıyorum ve tüm dileklerime ortak ediyorum.
Kalplere dokunmanın nasıl bir his olduğunu tatmadan yaşamak çok anlamsız geliyor. Oysa bir kalbe dokunduktan sonra hissettiğin mutluluğun tarifi yoktur. Hayatta bu kadar güzel bir şey varken, diğer uğraşlar anlamsız ve beyhude kalıyor.
Tesadüfi olarak karşılaştığım bir yazıdan alıntı yapacak olursam: "Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmaz."