Zaman, her şeyin cevabını verir. Kimisi erken olurken, kimisi geç.
Bir yerde zamanı yakalarsan, cevabını erken alma olasılığın da artıyor. Bazı şeyleri de öyle güzelleştiriyor ki… Bazen gerçekten, bazense senin gözünde…
Öğleden sonra konuştuğumuzda seni akşamüstü iskelede, tanıştığımız yerde bekleyeceğimi söyledim. Önce duraksadın, belki de şaşırdın; sonra güneşin batışını izleyip yürüyeceğimizi anlatınca geçti o ifaden.
Hiç enerjimin bitmeyeceğini düşündürdün bana. Sanki senden enerji alıyorum ya da senin bendeki etkin bu şekilde gerçekleşiyor. "İmkansız" kelimesi sanki lügatımdan çıktı. Daha pozitif biri oldum galiba. Güneş gözlüğünü sana uzatmadan önceki halin var ya, gözlerindeki ışıltı ve ifade seni çok tatlı gösteriyor.
İskelenin korkuluklarına yaslanmış denizi ve etrafı seyrediyordum. Ara sıra gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Etrafta arkadaşlarımız da vardı; evet, ben çağırdım onları sana küçük bir jest yapmak için. Uzaktan sen göründün. Aramızda az bir mesafe kalınca koşar adımlarla birbirimize yaklaşıp sarıldık. Ardından seni havaya kaldırıp birkaç tur attıktan sonra yere indirdim ve öptüm.
- Hoşgeldin.
- Hoşbulduk.
- Ben de seni bekliyordum. Bu çiçekler senin.
- Aman Allahım! En sevdiklerimden hem de; kırmızı ve beyaz güller. Çok teşekkür ederim.
- Beğendiğine sevindim.
- Çok güzeller. Bir dakika, bilmediğim bir şeyler mi oluyor acaba? Şuradakiler bizimkiler değil mi?
- İçimden geldi. Bilmem ama bizimkiler olabilirler.
Yüzümdeki çapkın bakışları anlamaya çalışıyordun. Etraftakiler sanki tanıdık birileri gibi gelmeye başladı.

Gözlerimizin içine bakıyorduk; beni dinlemeni istediğimde derin bir nefes aldım.
- İyi ki varsın.
- Sen de.
Sağ elimi kalbinin üstüne koydum; hafifçe heyecanlıydı kalp atışların. Sen de sağ elini kalbime koyup gülümsedin. Eminim benim kalp atışlarım daha hızlıydı.
- Şu an güneş batmak üzere.
- Evet.
- Dünya için bence de evet.
- Anlamadım.
- Benim güneşim hiç batmıyor ki.
- …
- Yüreğini ısıtmıyorsa, seni aydınlatmıyorsa, kalbini hızlandırmıyorsa, sana her şeyi yapmak mümkünmüş gibi enerji vermiyorsa, seni yenilemiyorsa, seni gerçekten yaşatmıyorsa o sadece bir ışık huzmesidir. Gerçek bir güneş değil. Bu yüzden, sen, benim güneşimsin; hiç batmayan.
- Şu an ne diyeceğimi bilmiyorum.
- Bir şey söylemen şart değil ama şu ana kadar neredeydin? Keşke çok daha önce karşılaşsaydık.
- Bence de.
Biz konuşurken, arkadaşlarımız etrafımızı sardılar; merkezde ikimiz kalacak şekilde bir daire oluşturdular ve üstümüzden kırmızı gül yaprakları döktüler.
İkimiz de gülümsüyorduk.
Üstümüzden hâlâ gül yaprakları dökülürken sana Atilla İlhan'ın dizelerini okudum:
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.