İçinde bulunduğumuz çağ, sıkça bir "sevgisizlik çağı" olarak nitelendiriliyor. Düşünürler bu konuda hemfikir; Marcuse, aşkı çekicilik, moda ve başkaları tarafından beğenilme üzerinden tanımlar. Günümüz modasına göre, bir insanın âşık olunacak biri olması için belirli çekici özelliklere sahip olması gerekir. Teknolojinin ilerlemesi ise insanları edilgenleştiriyor, aynileştiriyor ve sevgi kavramının özünü boşaltıyor.
Bazen öyle anlar gelir ki, dikkatinizi çeken bir varlık tüm duyularınızı sarar. Olağan bir şey değildir; öylesine saf ve doğal bir enerjisi vardır ki varlığı inancınızı pekiştirir. Sanki bu dünyadan değildir; güzelliği ve sevgisiyle karşınızdadır. Gözleri pırıl pırıl, sesi yüreğinden gelir ve tüm olumsuzlukları siler.
Bir temmuz öğleden sonrası gibi; yaz yağmuru kadar taze, ruhunuzu özünüze döndüren, sizi mutlu hissettiren bir varlıktır. Bu kadar iyi kalpli olduğu için kalbiniz hızlı çarpar, her hareketiyle sizi etkiler.
İçimizde, onda sevgi arayan bir yön oluşur. Bir tesadüf, bir gülümseme, bir bakış… ancak bu kadar sıcak ve içten olabilir. Güneş hiç bu kadar sıcak, hiç bu kadar aydınlık olmamıştı onu görene kadar.
Elinden tutup yürümek, yaşamı paylaşmak, her gülümsemesindeki ışığı yakalayıp zihnimize kazımak… İyi ki var olmuştur o.
