19 Aralık 2014

Yakından susmak

Başkalarının olmanı istedikleri gibi görünmen için maske takmana gerek yok; susmana veya provasını daha önce aklından yaptığın bir oyunu sahnelemene de. Olaylara karşılık vermemek, yok olup gidecekleri anlamına gelmez. Nedenini bilmemek de olmayacağı anlamına gelmez. Kötülerin başarıya ulaşmasının tek sebebi, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır. 

Gündelik veya iş hayatının getirdiği alışkanlıkları elinin tersiyle itmek, direnmek, kendini gerçekleştirme yolunda ilk adımdır. Sadece rutin değil; insanlar için de sınırlarını çizmek, mesafeni korumak, yapım aşaması eksik kalmış kişilerden kendini sözle ve görsellikle ayrı tutmak, kişiliğine bağlı olmanı pekiştirir. 

Hayata telefon ekranlarından bakmayı bırakıp gerçek bir şeyler yaşamak o kadar değerli bir algı ki çoğu insanın fark etmeden her gün ihlal ettiği. 

Sosyal medyadaki yarışların anlamsızlığını göremiyor insanlar; müzik kulağı olmadan opera söylemeye çalışmak gibi geliyor sanki. P. Coelho'nun manidar bir sözü vardı: "- Dışadönük kişilerin içedönük kişilerden daha mutsuz oldukları, bunu gidermek için de sürekli olarak ne kadar mutlu, hayatla ne kadar barışık olduklarını kendilerine kanıtlamaya çalıştıkları söylenir.

Yazarların imgeleri yakalama kabiliyeti çok önemlidir. Balıkçılardan tek farkları kullandıkları araçlardır: Olta yerine kağıt ve kalem. Asıl önemli olan, şahit olunan bir hissi veya akla gelen bir kurguyu anında dizelere dökmektir. İşte zaman zaman not aldıklarımdan bazıları:

- Hiçbir şey, sadece biz istiyoruz diye olmalarını istediğimiz yerde olmaz. Elbette bu, olmaları gereken yerde oldukları anlamına da gelmez.

- İnsan ölmekten korkmuyorsa başka ne korkabilir ki?

- İntikam, başarı için bir nedendir; gerek olmasa da tadı güzeldir.

- Dünyayı ya olduğu gibi ya da olması gerektiği gibi görürsün. Aradaki devasa uçurum ise görünmeyen kısımdır.

- Kendi içine bakmaktan korkan herkes, başkalarında bir kusur bulur.

- Bir erkeğe yapılan sınav, kendisinden güçlülere nasıl davrandığıyla ölçülüyorsa, bu sınavdan kalacakların sayısı oldukça fazla olur.

- İnsanlar suçluluk duymasaydı, dünya daha iyi bir yer olur muydu?

- Kıskançlık, başkalarının sahip olduklarını yok etmeye çalışarak kendini gösterir; eleştirinin aslında gizli hayranlık olduğuna kanıttır.

- Birine zarar verebileceğini düşünmezsen, işler çok daha çabuk yolunda gider.

- Umut pınarı sonsuzdur.

- Bir şey neyse odur; o şey hakkında söylenenler değil.

- Fark edilmesi zor olunca yalan söylemek daha mı kolay olur?

- Dünya, dünkünden daha kötü bir yer değil; daha iyi bir yer de değil.

- Bazen başkaları için kötü olan bir şey, senin için kurtuluş yolu olabilir.

- Kurallara istisna koymak, soruna çizgi çekmektir.

- Kötü insanlar kötü olduklarını söylemez, iyi şeyler de yapabilirler. Ama içgüdüleri iyi değilse, hayal edemeyeceğin kadar zalim olabilirler.

- Sanatçı, insanlara hitap ettiğinde, onu beğenen veya beğenmeyen herkese saygılı olmalıdır; kalbini kırmamalı, kibirli olmamalıdır.

21 Kasım 2014

Geleceği okumak

Her geçen gün hayatımıza dahil olmaya başlayan akıllı teknoloji, artık vazgeçilmez bir alışkanlık haline geldi. Oysa durumun içindeyken bazı detayları fark etmek zordur. Bazen bir an durup, kendimizi dışarıdan, yabancı bir gözle ve objektif bir yaklaşımla değerlendirmek gerekir. Bu, neden–sonuç ilişkilerindeki subjektif sapmaları önlemek için alınabilecek en sağlıklı tedbirdir.

İnsan doğasını inkâr edemeyiz; inkâr ettiğimizde ise sadece kendimizi kandırırız. Çağlar boyunca yaşam koşulları değişse de insanın özü ve doğal hisleri hep aynı kaldı. Dünyayı ve insanları ne kadar değiştirirsek değiştirelim, en derin duygularımızı ve vicdanımızı değiştiremeyiz. Yapay bir özgürlük, ilk anda çekici gelebilir; ancak insan, hayatında öyle bir olayla karşılaşır ki, kazandığını sandığı zaferlerin koca bir boşluk olduğunu anlar. Belki de bu yüzden yaşlı bir insanla sohbet ettiğimizde, bize unuttuğumuz huzuru hissettirdiği için mutlu oluruz. Erdemlerinden uzaklaşmış bir toplumda, temel değerleri koruyan bir insan adeta diğerlerini büyüler. Aslında olması gereken bu iken, biz o kadar uzaklaşmışız ki… Bizi insan yapan şeyin, unuttuğumuz o içsel güven ve huzur olduğunu hatırlayınca hayret ediyoruz.

Artık bambaşka bir çağdayız. Hayatın, dünyanın ve insanlığın kaderini teknolojik gelişmelerle öğreniyor, kurguluyor ve senaryolarına şahit oluyoruz. Ama değişmeyen tek şey, insan faktörü. Bilgi akışını doğru amaçla kullandığımızda, hayatımızı kolaylaştıran ürünler ortaya çıkıyor; ancak amacı dışında kullanım da az değil. Her şeyi sosyal medyaya entegre etme çabamız var — ne gerek varsa. Sosyal medya zararlı olabilir; ama doğru şekilde kullanıldığında fayda sağlar.

Bugün öyle bir noktadayız ki, iki tip insandan söz etmek mümkün:

- Sosyal medya için yaşayanlar
- Sosyal medyada yaşayanlar

Buna bir de bu platformların getirdiği paranoyaklık ekleniyor: Kimin kimi takip ettiği, paylaşımları kime gönderme amacı taşıdığı, başkasıymış gibi davrananlar, hayatını olduğundan renkli gösterenler, sahte gülüşler, markalarla dolu fotoğraflar… Yollarını ayırmış insanların birbirlerine "ne kaybettiklerini" ima etmek için paylaştıkları sözler, tüm aile soyunu sıralar gibi listeleyenler, iğneleyici sözlerle belirsiz mesajlar verenler… Liste uzar gider; büyük resmi görebilenler için saymaya bile gerek yok.

Dikkat ederseniz, yazılı içerik neredeyse hiç ilgi görmüyor; sözler bile resim formatında paylaşılır hale geldi. Kitap okumayan insanlar günlerini ekran başında heba ediyor ve buna "ilgi" diyorlar. Sosyal medyaya karşı olmak eski çağ düşüncesi olabilir, ama önemli olan "ne yaptığımız" ve "neden yaptığımız" sorularına cevap verebilmek. İnternet sayesinde bilgi, geçmişe kıyasla binlerce kat hızlı yayılıyor. Peki insanlık, bilgi doyumuna ulaştı da mı artık bu kadar hoyrat davranıyor?

Gelecek, doğru okunursa güzel gelecek. Ama gelecekten kasıt, dijital dünyanın hayatımızı yönetmesi değil; teknolojinin bize zaman kazandırması, hayatımızı ve dünyamızı daha verimli kullanmamıza yardımcı olması, bilimin gelişimini hızlandırmasıdır.

Her şey yapay olarak taklit edilebilir; ama doğal bir gülümseyiş, gerçek mutluluk, huzur ve insani duygular asla. Nesneler kopyalanabilir, ama insanlık kopyalanamaz. Bu inançtan uzaklaşmak, insanlığın kendi sonunu hazırlamak demektir.

Geleceği doğru okuyabilmek için önce insanın kendisini doğru okuyabilmesi gerekir.

7 Kasım 2014

Aklımda sahneler


Aklımda sahneler var.
Sahneleri hafızalara kazınmış oyunlar…
Oyun gibi görünen gerçekler,
gerçek olduğuna inandırılan yalanlar…
Yalan olduğu bilindiği hâlde kabul edilen düşünceler…
Ve düşünülmeye bile cesaret edilemeyecek kadar tanıdık sahneler…

25 Ekim 2014

Saklı kahraman


Kutsal bir mesleği icra etmek, büyük bir sorumluluk ister. Bu görevi yüreğini ortaya koyarak, bilinçle ve özveriyle yerine getirmek; cesaret, inanç ve fedakârlık gerektirir. Eğitim dünyasına katkı sağlamak, maaş gününü bekleyen bir rutin değil; ülkenin ve toplumun gelişimini hedefleyen büyük bir vizyonun parçası olmalıdır.

Günümüz dünyasında, değerlerimiz körleşirken öğretmenlerimiz kıymetli birer ışık gibidir. Burada abartıdan değil, hak ettikleri saygıdan ve değerlerinin farkında olmaktan söz ediyorum. Elbette bu değer; kişilik, emek ve özveriyle beslenir. Aksi takdirde geriye ne kalır ki?

Toplum, birbirine eşit değerde parçalardan oluşur. Aynı tarihi yaşamış, aynı kaderi paylaşmıştır bu topraklarda. Aydın kesimin bu gerçeği bilmesi doğaldır; ancak eğitime sırtını dönmüş, sorumluluk almaktan kaçan, sadece mesai dolduran anlayışlar da yok değil. Oysa vicdan sahibi olmak, bir mesleği temsil etmenin en değerli erdemidir. Omuzlarda yük değil, kanat olmalıdır.

Mesleğe yeni başlayan genç öğretmenler, öğrencilerine yardımcı olmak için ellerinden geleni yaparlar. Ne yazık ki köhnemiş zihinler, bu ışığı gölgelemeye çalışır. Kendileri karayı göremeden umutlarını yitirenler, başkalarının da hedefe ulaşamayacağına inanır. Oysa hayal edilemeyeni hayal edip gerçekleştirebilen insanlar vardır ve onlar ilerlemeyi mümkün kılar.

Genç kuşağı yetiştirmek isteyenlere "anormal" gözüyle bakılması, aslında "normal" kavramının sorgulanması gerektiğini gösterir. İnsanların hatalarına alışmak yerine, onların ufkunu genişletmek gerekir. Bir insanın eğitim hakkı, kimsenin onayına ya da yorumuna açık olamaz; bu hakkı teslim etmek, topluma kazandırmak, ülkenin geleceğine yatırım yapmaktır.

Elbette gelecek hakkında kesin kehanetlerde bulunmak anlamsızdır, fakat bekleyip durmak da çözüm değildir. Eksik gördüğün bir şeyi eleştirmekle kalmak yerine, daha iyisini sunmak gerekir. Meslektaşlarla iş birliği yaparak yeni yöntemler geliştirmek, öğrenciler için yapılabilecek en büyük hizmettir.

Dünya her zaman istediğimiz gibi olmayabilir. Ama onu değiştirmek, vazgeçmeden, yürekten emek vermekle mümkündür. Yastığa başını koyduğunda, "Bugün bir öğrencime ne öğretebildim? Hayata ne kadar hazırladım? Hayallerine ne kadar yaklaştırdım?" sorularına gönül rahatlığıyla cevap verebilmektir esas olan.

Nice yüreği kocaman, isimsiz kahraman öğretmene şahit oldum. İyi ki varsınız. Farkında olmadığımızı düşünmeyin; farkındayız… ve hep farkında olacağız.

23 Ekim 2014

Farkındayım


Çaba göstermeyecek kadar görgüsüz olanlar seni asla tanıyamaz.
Toplum bize, başarılı olabilmemiz için zayıf olmamız gerektiğini söyler.
Aynı zamanda, çekici olmak için de zayıf olmamız gerektiğini…
Çekiciliğin ölçüsü ise toplumun beğenisidir.

Peki, insanların hayatına ve karakterine zarar vermek, bir cinayet değil midir?
Günlük hayatta yanımızdan sessizce geçip gidenlerin,
henüz yargılanmamış bir sanık ya da hükmü kesinleşmiş bir mahkûm olabileceğini hiç düşündünüz mü?

Bazı şeylerin hükmünü insan veremez.
Yaradan’ın adalet mekanizması,
bizim göremesek de işleyişine hayran kalacağımız kadar keskin ve nettir.

Ve bilmeliyiz ki, gerçekleşen her şeyin üstünde başka bir şey,
her kararın üstünde de başka bir karar vardır.

19 Ekim 2014

Bir an


Söylemek mi daha zor, yoksa duymak mı?

Hepimiz, sorularımızı duymak istediğimiz cevaplara göre şekillendiririz.

Bir deliyi, delilik yapmamaya ikna etmeye çalışmak…
bu da bir tür delilik değil midir?

Belki de ölmek,
birinin ölümünü izlemekten daha kolaydır.

2 Ekim 2014

Yakın uçuş


"Hayatınızda iki önemli gün vardır; doğduğunuz gün ve niye doğduğunuzu bulduğunuz gün."
– Mark Twain

Ellerimin uzanıp yakaladığı bir varlıksın;
belki de ulaşabileceğim en değerli şeysin.

Keman sesinin çekiciliğinin tek bir notasında seni yakalamak…
Rolünü yapmalısın, ben de kendi rolümü.

Eğer istediklerin bu dünyada değilse,
dünyanı değiştir.

Detaylara gereğinden fazla önem vermek,
ana konudan uzaklaşmak ve en güzel anlardan mahrum kalmaktır.
Çünkü bütün o detaylar bir araya gelse bile,
bir bütün oluşturmayacaktır.

Etkili olan toplum değil, fikirdir;
ve o fikrin etkilediği insanların çoğunluğudur derinliği belirleyen.

Unutma:
Maddi nesneleriyle kimse gerçek anlamda bir yerlere gelip de,
tarihte iz bırakmamıştır.

27 Eylül 2014

Yağmur tembelliği


Madem bugün Cumartesi,
Madem hava Londra’ya bağlamış ve İstanbul’u yıkamayı kafasına koymuş…
O hâlde tembellik yapmak için başka bir sebep aramaya gerek yok!

Zaten uzun zamandır izlemeyi ertelediğim birkaç film vardı.
Bir de albümünü dinlemek istediğim birkaç sanatçı birikmişken, araya oynanmayı bekleyen yeni oyunlar da serpiştirirsek…
Harika bir gün olacağa benziyor.

Hey, terliklerim ayağımda, penceremin yanında…
Sıcak kahve kupam ve kitabımla vakit geçirmek için daha ideal bir gün olamazdı.

24 Eylül 2014

Köprüler


İletişim kurabilmek, beceri gerektiren bir eylemdir; üstelik karşılıklı çaba ve adım atmayı şart koşar.
Anlayış ve empati göstermek için muazzam bir yeteneğe gerek yoktur.
İlk şart, gerçekten istemektir.

Asıl çaba ve yetenek, fiziksel olarak üretmeyi, oluşturmayı ve meydana getirmeyi başardığımız köprüler için gereklidir – ki biz bunu zaten yapıyoruz.

Ama ilginçtir ki, insanlarımızın birbirlerine giden yolları bulmakta, yoksa oluşturmakta ya da aralarında köprü kurmakta bu kadar başarısız olması düşündürücüdür.


İki yakayı bir araya getirebiliyorken, insanları bir araya getirmek neden imkânsız oluyor?
Gurur öyle ince bir çizgiye sahiptir ki; hoşgörü ile kibir arasında gidip gelmekten insanların hiç mi başı dönmez?
Toplumun bunu dayatması, kabul edilemez bir bahaneden öteye gidemez.

Diyelim ki, yaygın düşünce ve davranış böyleyken…
Neden aynı hatayı miras olarak devralalım?
Aynı durumdan şikâyetçi başkaları yok mu?
Elbette var.
Ama bilinmesi gereken bir şey daha var: şikâyet etmeyi çoktan bırakıp çözüme odaklanan, iletişim becerisini içten gelerek gösteren, uygulayan ve gün be gün başarıya ulaşan birçok insan da var.

Tarihte iz bırakan olayları düşünelim;
Böyle büyük değişimler, tek bir kişinin, tek bir düşüncenin ateşiyle başlamamış mıdır?
O hâlde…
İnsanlarımız bir sabah uyandığında, tanıdığı ya da tanımadığı insanlarla arasında yeni köprüler kurmak için adım atmayı, günün yapılacak ilk işi olarak görse…
Ve bunu önce tüm güne, ardından kalan ömrüne yaysa…

Küçük ama dev bir adım atılmış olur.
Ve doğanın buna kayıtsız kalmayacağı ise şüphesiz bir gerçektir.

16 Eylül 2014

Falls behind, is left behind

What's the last thing you remember?

The past. Once you pass it, a new and uncertain world begins — a world of endless possibilities and infinite outcomes. Countless choices shape our fate. Each choice, each moment… a ripple in the river of time. Enough ripples can change the tide, for the future is never truly set.

Sometimes you have to look forward from the top of the wall standing before you. The strength you have may not be enough to overcome it, yet there is always the possibility of finding balance in the rhythm of nature that harmonizes all things. Meanwhile, destiny quietly prepares to reward your effort and faith.

In many stories, people have been lost simply because they lacked vision. Over centuries, humanity has gathered countless experiences. But what if one day, we face something entirely unlike anything before? Virtue — the rarest quality, absent in many — becomes our only shield, while new kinds of disasters grow quietly within people. Fear may be the one thing that stops us from casting pain upon the world. We must never forget: whatever we do here, in this life, we will face it again before we die — just as others before us have.

The dialogue between our hearts and ourselves must find resolution before our mistakes hurt the lives of others beyond repair.

Now, the past no longer exists — especially since the moment my eyes first saw you. Since that day, as fresh in my mind as yesterday, destiny has urged me forward. And with you — my gift, my greatest pride — I have begun to live as if tomorrow will never come.

The timeline of my life has started running again. This time, it feels calm. It is no longer complicated, and that makes everything possible, even beautiful. My mind no longer strains to solve every puzzle; it has learned that letting go only makes it stronger.

Have you ever thought about how the responsibilities we share together float away like bubbles? The smiles we carry, in my heart, are the reason for everything.

We have left so much behind — things that will never return, not even in thought.

So, let’s share the sunlight that dances on the surface of the sea. Let the past fall away like the tide, never to return. And if you keep running beside me, holding my hand, every star I have ever owned will fall into your hair like rain.

10 Eylül 2014

Rötarsız cevaplar


Akıl gerçeği görür, ama kalbin gözü yoktur. Peki, kalp mi büyük yoksa hayatlar mı? Kalbini dinlemek için zaman zaman hiçe saydığın anlar olur. Bazen bütün dünyaya karşı güçlüsündür, bazen de sadece birinin karşısında savunmasız. Bir akşamüstü, gün batımını izlerken aklındaki soruların cevaplarından artık emin olmuşsan ve bakışların, gülümseyen bir yüzle buluşuyorsa… işte o an, ödülünü almışsındır.

8 Eylül 2014

Muzip


Planı sen yaptın, ben de "Varım!" dedim. Heyecanlısın. Sırada beklerken, insanlardaki durgunluk ve gerginliğe inat, sendeki neşe ve enerji insanda hayranlık uyandırıyor. Hızlı hızlı hareket ederken elimden tutup çekişin, sanki bir annenin çocuğuna öğüt verir gibi acele etmemi söylemen ve yürüyüşün… Sanki etraftaki hiç kimseye ve hiçbir şeye aldırmadan tamamen sana ait. En çok da resmiyetle alay edişin—ya da taklitlerin—o soğuk ortama öyle ılımlı bir hava katıyor ki… Moddan moda geçişindeki telaş ve her seferinde merak uyandıran muzip bakışların, bırak yolculuğu; her şeyi güzelleştirip insana sonu gelmeyen bir neşe katıyor.

7 Eylül 2014

Beş çayı


Hafta sonu akşam üzeri birkaç saati balkonda geçirmek, bir alışkanlık mıdır yoksa heyecanını hiç yitirmeden bir ritüele dönüştürmek midir? Bunu eğlenceli hâle getirmeyi başarmışsın; nasıl yaptığını bilmiyorum ama yapıyorsun işte. Üstelik tam havanda olunca, marifetlerini gösteren eserlerle—örneğin meşhur damla çikolatalı kurabiyelerinle—zengin bir beş çayı hazırladığında, vaktin eğlenceli ve keyifli geçmesinin hızını durdurmak için insanın kuantum fiziğini öğrenesi geliyor.

4 Eylül 2014

Mevsim değişirken


Hayatın anlamı diye sarıldığımız düşüncelerin, ulaşmak istediğimiz hedefle doğrudan bir ilişkisi olduğunu düşünmek doğru değildir. İnsan, kendi çizdiği ve ilerleyeceği yol dışında bir anlam aramamalıdır; bunun genelleştirmesi anlamsızdır. Her insan farklıdır ve her şey herkese göre değişkenlik gösterir; dolayısıyla genel geçer bir durumdan söz edilemez. Her şey bizim elimizdedir. Kendi hayatımızı kendimiz doldurur, kendimize göre şekillendiririz. Öncelikle, insan kendi hayatını sahiplenmeli, yaşamalı ve değerli kılabilecek insanları bu hayatın ortaklarına dahil etmelidir.

Kimi zaman hayatımızda yeni bir sayfa açarız. Önceki talihsizliklerden sıyrılır, tekrar etmesine izin vermeden yeni bir yol çizeriz. Çünkü cennete gitmek isteyenlerin cehenneme çevirdiği bir dünyada yaşamamak için soğukkanlı olmak gerekir ve arınmak, tüm kum torbalarından geçmeyi gerektirir.

Eğer insan bir anlam veya arayış içindeyse, istikrarını korumalıdır; aksi hâlde o ana kadar harcadığı emeğin bir anlamı kalmaz. Yarı yolda bırakılan bir yol, daha sonra devam edilen yeni yoldan da tam verim alınmasına izin vermez.

Gece vakti geçtiğin caddelerde görünen sessiz görüntülerin ardında hiç de masum olmayan hayatlar ve yaşantılar vardır. Ertesi gün kaldıkları yerden aynen devam edecek ve her seferinde kendine yeni hedefler seçecek olan, beyhude varlık niteliğindeki zararlı insanlar…

Franz Kafka'nın konuyla ilgili aforizması yeterince açıktır:
"Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı."

31 Ağustos 2014

Yeniden doğmak


Aklınızın başka hiçbir yerde olmadığı zamanların sebebini durup düşündüğünüzde, bunu mümkün kılan nedir: olduğunuz yer mi, yoksa yanınızdaki insanlar mı? 

Yanında geçen her anın değeri paha biçilemez. Gözlerinin içine her baktığımda gördüğüm, hissettiğim enerjin beni harekete geçiriyor ve etrafında pervane olmaya sevk ediyor. Ses tonundaki canlılık, sanki taze bir ilkbahar esintisi yaşatıyor.

Her bakışını yakalayıp her saniyene şahit olmak geliyor içimden. Birlikte attığımız her adımı zihnimde tarihe kaydediyorum ve daha sonra hatırladığımda, anlık bir tebessümle sana bakıp kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü sen benim için eşi bulunmaz bir parçamsın. Bakmayı keşfedemediğim bakış açım, sağduyum ve öteki yarımsın; beni tamamlayan her seferinde.

Bahariye’de bir parkta seni bekliyordum. Az sonra yanımda olacaktın. Oturmaktan ve beklemekten biraz sıkılmış, az ilerideki okula doğru yürümeye başlamıştım. Bir yandan da telefonda konuşuyordum. Konuşma bitti; telefonu cebime koydum. Bir adım atmamla birlikte boş kalan elimi elinle doldurup gülümseyerek bana bakışını unutmuyorum. Durup sana bakmış ve ayaklarını yerden kesen bir sarılmayla seni karşılamıştım.

O gülümsemenin bendeki sevinç çağlayanına sebep olduğunu sana nasıl betimleyebilirim, inan ben de bilmiyorum.

Moda’ya yürürken bir şeyler anlatmaya başladın. Seni dinliyordum; sesin o kadar heyecanlı, bir o kadar da ilgi çekiciydi ki… Dondurma aldığımızdaki çocuksu sevinç mimiklerin sana o kadar yakışıyordu ki. Hele bir de çocuksu bir tavır ve sesle yaptığın taklitler… Beni benden alıyordu doğrusu. Sanki ikimiz de çok küçüğüz ve harçlıklarımızla dondurma almaya gitmiş gibiydik.

Sahilde yürümek istemiştin; Kadıköy’e kadar yürüdük. Gün batımını takiben, senden habersiz, daha önceden rezervasyon yaptırdığım teraslı bir restoranta geçtik. Garsona çaktırmamasını gerektiren bir işaret yapıp bize ayrılan masaya geçtik. Masa buluşumuzu biraz şansa bağlamıştın; bir bilsen, bu akşamı ne zamandır planladığımı.

O akşam canlı müzik vardı. Yemeğimizin siparişini verdik. Burayı sevdiğimi biliyordun; sen de sevmeye başlamıştın. Yemekten sonra biraz daha ısınmaya başlamana sevinmiştim.

Müzik başladı. Kahvelerimiz bitmişti ve daha önce yaptığımız anlaşmayı garsona bir işaretle hatırlattım. O da sanatçının kulağına bir şeyler söyledi. Sıra bana gelmişti. Sense şaşkın şaşkın bana bakıyordun. Ceketimin cebinden bir kağıt çıkardım –evet, ezberim çok iyi değil–. Önce söylemem gereken birkaç şey vardı, sonra kağıdı okuyacaktım:

Bendeki sana dair her şeyi şu an ifade edemem; sanma ki yetersizim. Şu kısacık zamana sığdıramadım. Ama bir ömre sığdırabilir miyim, ondan da emin değilim. Bilmeni istiyorum ki, benim için aldığım nefes, yaşamımı sürdürmemi sağlayan kalp atışım gibisin. Şu ana kadar nerelerdeydin bilmiyorum; ama sanki yıllar sonra kaybettiğimin farkında olmayıp bulduğum bir şeysin. Her gördüğümde sevindiğim, mutlu olduğum…

Sana bakıyorum.

Herkes sessizce beni dinliyordu, fondaki hafif müzik eşliğinde. Sen, duygusallaşmış bir ifadeyle, pür dikkat beni izliyordun.

Seni ne kadar çok sevdiğimi, sevebileceğimi defalarca düşündüm. Şu an karşımdasın, benimlesin. Seni, aldığım nefes, yaşadığım her an için; kalbinin yaşamak için çarptığı en küçük zaman dilimi için Allah’a şükretmekle geçirecek kadar çok seviyorum. Seni yarattığı ve karşılaşmamızı mucizevi bir rastlantıyla gerçekleştirdiği için Allah’a sonsuz defa teşekkür ediyorum her duada.

Seninle küçük bir çocuğum, liseli bir âşık, üniversiteli bir genç, olgun ve anlayışlı bir eş, bazen roman kahramanı, kimi zaman da haşarı bir maceracı… Ama hepsinde illaki sana hayran ve sensiz hiçbirinin tam olmadığı bir kişilik. Biliyor musun, senden öncesi yok; hiç olmadı da. Kalan ömrümde bırak senin gibi birini daha bulmayı; senden bir tane daha olduğuna bile inanmıyorum. Varsa da artık şansı yok.

Gözlerine kilitlenip tüm dünyayı göremediğimden, çoğu zaman sana uzun uzun bakışlarımın sebebi bu. Senleyken başka her şeyin çekiciliğini yitirmesi; senin ışığından mı, yoksa benim gözlerimi kamaştırmandan mı, bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, bundan çok memnunum.

Mevsim hep ilkbahar olabilir mi? Seninle, bende mevsim hep aynı.

Seninle yeniden doğdum. Yeniden büyüdüm. Yeniden yaşamaya başladım. Seninle yeniden ben oldum.

Sonu olmayan hiçbir şeyin olmadığının farkındayım; ama senle sonsuz olmaya çoktan hazırım.

Sonra hiç okumaya yeltenmediğim kağıdı katlayıp sağ gömlek cebime, kalbimin üstüne, koydum ve mikrofona yaklaştım:

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konalabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
içinde benzetmeler olan
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah'a inanmaktır.

22 Ağustos 2014

Sana koşmak

Haftanın son gününde biriken yorgunluğu atmak için spontane bir aktivite yapmayı alışkanlık haline getirmek gerekir. Bu sefer, hafta içi yaptığım gibi koşmak istedim. Kızlar dışarıda toplanacak, bir yerlere gidecektiniz; ben de başımın çaresine bakacaktım. Anlaşma, anlaşmadır.

Hazırlanıp çıkarken bu sefer müzik çalar yerine telefonumu yanımda almaya karar verdim; koşarken Spotify’ın mood ya da sport modunun bana eşlik etmesi hoşuma gidiyor. Sahile kadar hızlı tempoyla yürüdüm. Yürüyenler, bisiklet sürenler, koşanlar, banklarda veya çimenlerde oturan insanlar vardı. Bir de şen kahkahalarıyla enerji veren ufaklıklar ve ebeveynleri.

Koşmaya başlarken güneşin batmaya yaklaştığını gördüm, ama daha zaman vardı. Hızımı artırdım. Uzunca bir mesafeyi kat ettikten sonra yürümeye başladım; müziğin sesi azaldı ve sana atadığım zil sesi çalmaya başladı. Daha ekrana bakmadan gülümsemek bir refleks oldu sanki. Aramanı yanıtlamadan önce içimden harflere tek tek basarak veya uzatarak "Bal peteği" demek geliyor. Gülümseyişinin nefesindeki değişimden o an ne kadar şirin göründüğünü hissedebiliyorum.

N’aptığımı sordun, söyledim. Sonra hiç kendinden bahsetmeden ve bana soru sormadan tarif ettiğin yere hemen gelmemi istedin. "Peki" dedim. Acele etmemi söyledin. "Pekala" dedim ve ardından kapattık. Bu sefer sana doğru koşmaya başladım.

Söz konusu sen olunca sebepsiz bir enerji hissediyorum; çoğu zaman bunun sebebini aramıyorum. İnsan, neyin kendisini mutlu ettiğini bilmeli; bilmiyorsa öğrenmeye çalışmalı ve bulduğunda takip etmelidir. Senin hayatımda olduğun her an huzur ve mutluluk kaynağı. Göze alamayacağım hiç bir şey yokmuş gibi hissediyorum. 5 dakika daha koştuktan sonra durağa geldim, bir taksiye atladım ve 15 dakika mesafedeki tarif ettiğin yere vardım.

Seni gördüm. Algıda seçicilik mi yoksa bir his mi bilmiyorum; ama işte oradaydın. Kızlara merhaba dedim, sen onlarla vedalaşırken. Sonra onlardan ayrıldık. El ele tutuşup birkaç dakika yürüdük. Birden durdun; karanın denizin ortasına doğru çıkıntı yaptığı bir yere gelmiştik. Baktığımız yer batmaya çok az kalmış güneşti.

- Acele etmemi söyledin, ben de vakit kaybetmeden geldim. Bir şey mi oldu? Her şey yolunda mı? 
- Yooo(gülümseyerek). Sadece yanımda olmanı istedim. Gün batımını seninle izlemek istedim.
- Doğru söyle, sıkıldın mı yoksa kızların işi mi çıktı?(muzip bir bakışla)
- Üstüme iyilik sağlık. Şuna da bak, yorduk galiba buraya kadar. 
- Olur mu öyle şey; takılıyorum işte.
- Kızlarla konuşuyorduk. Her biri ayrı konulardan bahsetti; kimi zaman da yanaklarımız ağrıyıncaya kadar güldük.
- Bu diyalog nereye gidiyor acaba, çok merak ediyorum?
- Biraz duruldum, kendi rotamı ve hayattan neler beklediğimi düşündüm. Ve tabii ki de seni.(kaşını kaldırıyorsun)
- Neyse, en azından ben de nasibimi almışım.(gülümseyerek)
- Yaaaa.
- Tamam. Sustum.
- Gün batımını seninle izlemek istedim çünkü hepsinin seninle batıp seninle doğduğunu bilmeni istiyorum.

Şaşırmıştım. Böylesi bir itirafı senden biranda duyabileceğimi hiç düşünmemiştim. 

Taksideyken müziğin tarzını değiştirmiş, rastgele modunu açmıştım; inerken de kapatmayı unutmuş, telefonu şortumun cebine koymuş, kulaklığı da elime sarmıştım.

Birbirimize bakıyorduk; tek yapabildiğimiz buydu o an. Sen, benim nasıl tepki vereceğimi gözlemliyordun; bense içimdeki coşkuyu sana nasıl yansıtabileceğimi düşünüyordum.

Her iki kolumu sana sarmaya açarken kulaklığın kablosu telefondan ayrıldı ve ikimizin favori parçası çalmaya başladı. İkimiz de anlık şaşkınlık yaşadık, fakat yüzlerimizdeki tebessümle ne olduğunu tahmin ettik. Birbirimize sımsıkı sarıldık ve birkaç dakika öyle kaldık. Zaman durmuştu. Sanki bir film şeridi geçiyordu gözlerimin önünden; küçük hâllerin canlanıyordu gözümde. Annelerinin eteğini tutup hiç ayrılmayan o küçük kızın, gün gelip hayatımın yarısı olacağını kim tahmin edebilirdi ki… Melodimizin son notası da vurunca göz göze geldik. Sanki bir filmin final sahnesindeydik. Oysa finali bitmeyen bir mutluluktu; seninle süren.

Burnu koku alamayan bir insan, en güzel parfümü de koklasa diğerlerinden ayırt edemez. Asıl önemli olan nitelik değil, değerdir. Değeri bilmek de kişiliğe bağlıdır.

Seni dünyanın en güzeli seçtim ve sen benim için hep öyle kalacaksın.

21 Ağustos 2014

Günün özeti


Kadıköy ziyareti…
Sanki uzun zamandır görüşmediğin eski bir dostla buluşmaya gider gibi bir heyecan sarıyor insanı.
Bahariye’den Moda’ya, Caddebostan’a uzanan günün her anı ayrı bir renkte, ayrı bir tatta geçiyor.
Güneş sanki burada hiç batmasın istiyor insan.
Ayrılık vakti geldiğinde hafif bir burukluk düşüyor içe;
ama dostluk ve arkadaşlıkların verdiği o taze heyecan, hep aynı canlılıkta kalıyor.
Öyle de kalması dileğiyle…

18 Ağustos 2014

Sen


Gülüşün, yüreğimin derinliklerine kök saldı.
Hiçbir başkasında bulunmayacak, sana ait gizli bir şifreyle belleğime işlendi.
Tarifi yoktu bu gülüşün…
Bir çift gözden bana ulaşan, gelip geçici ama sonsuz iz bırakan,
yalnızca sana ait;
ve aynı anda, bende seninle doğrudan bağ kuran bir şeydi bu.
Çocukluğun kokusu gibi—
ancak benzer anılar taşıyanların anlayabileceği bir çağrışım.

Sen… iki dünya arasına sıkışmış gerçek bir rüya gibisin.
Karşılaşmamız sanki önceden yazılmış,
sessizce zihnimin bir köşesinde bekliyormuş gibi.
Hayır…
Belki de bu an, zamanın kıvrımlarında,
başka bir hayatta, belirsiz bir anda
çoktan yaşanmıştı.

13 Ağustos 2014

Davet


Yola çıktım bile.

10 Ağustos 2014

La


En uzun heceyim. Benle başlar ve senle devam eder, ama hiç bitmez. Kendimden eminim. Kendi dışımdaki sen hariç hiçbir şeyden olamayacak kadar bilincim yerinde. Kendimi tanıyorum; ne istediğimi de. Hayata karşı duruşumdaki sürekliliğimin beni güçlü kıldığının farkındayım. Tüm her-kes/şey basitleştiğinde ya da anlamsızlaştığında da beni ayakta tutacak değerlerimin farkındayım. Sense, tüm her şeyi değerli kılıyorsun; sanki sonsuza uzanan düşüncelerimin kanıtısın.

Sözlerle portrelerin uyuşmazlığı hemen göze çarpar. Prestij uğruna sarf edilen cümlelerdeki samimiyetsizlik, bir sonraki cümledeki sapkın hedef belli olduğunda zavallı bir bakıştan öteye geçemez.

Bir hatayı takip edip diğer hataların normal olduğuna inanmak, dibe çekilmekten farklı değildir.

Düşüncelerin kime veya neye göre değerlendirileceği, kişiyi bağlamaz; doğru ve haklı olmak yeterlidir.

Güçlülüğüm doğruluğumdan gelir. Oysaki yanlış olmak için o kadar çok sebep var ki…

Bazen huzurun kaynağı, bir anneanne duasıdır; akşamüstü tek başına yürürken hissettiğin. Bazen de, içini ısıtan ve seni olduğun yerden bağımsız kılan bir gülümseyiş… Hayatın her anında şahit olmak istediğin.

O kadar çok yazmak istediklerim var ki… İfade ettiklerimden daha çok yazmadıklarım.

Üretilen, oluşturulan bir güzelliği paylaşmamak neden? Ya dünya hiç sevilmiyorsa?

Kendi emeğiyle meydana getirilen güzellikleri paylaşmayarak, insanları bunlardan mahrum bırakmak ve dünyadan intikam almak istemesi, oldukça doğal olamaz mı?

30 Temmuz 2014

Mantık feneri


Güzel insan, sevdiklerine değer veren ve hayatın dayattığı anlamsız davranışlardan kendini arındırabilen insandır. Zamanın gelip geçici olduğunu bilen, sevdiklerinin yanında olmanın kıymetini anlayan ve başka arayışlara ihtiyaç duymayan kişidir. Çünkü dürüstlük, günümüzde artık bir ayrıcalıktır; kaybolan bir hazine gibi.

İnsan bazen deneyimle öğrenir, bazen farkına varır ve zamanı kurtarır. Ama bazıları, yanlışlarının sonuçlarını görmez, hatalarının ağırlığını taşımaktan kaçınır. Kendi düşen ağlamaz; ama zaman geri gelmez, alınan her nefes bir daha tekrarlanmaz. Vicdan sahibi bir insan, başkasının hakkına el sürmez; bilir ki her eylemin bir karşılığı vardır.

Durum maddi olsa, bir nebze telafi mümkün olabilir; ama bir insanın hayatını, zamanını ve amacını etkilemişse, geri ödemesi imkânsızdır. İnsanlar halen dünyadaki adaletten kaçabileceklerini düşünür; ama unutulmamalıdır ki, yapılan her eylemin bedeli ödenir ve bu yalnızca bu dünyayla sınırlı değildir. İnanç sahibi bir kişi sorumluluk ve bilinçle hareket eder. Nasıl ki bir bebek, büyüyene kadar ailesini tanıyamaz, insanlar da göz göre göre hata yaparak doğruyu öğrenemez. Peki, ya doğru, hata anında kaybolur ve geri dönüşsüz hâle gelirse?

Kim bilir, belki insanların taktıkları maskeler, oynadıkları oyunlar ve sahnelenen roller, zamanla yitip giden kişilikleri şekillendirmiştir. Sebep önemsizdir; sonuç ortadadır. Sahtelik ruhlara, hatta var olmayan kişiliklere işlemiştir. Artık aynı davranışlar döngü hâlinde tekrar edilir; çoğu kişi ne yaptığının farkında değildir. Yaptıklarını masumlaştırmaya çalışmalarıysa sadece acizce bir çabadır. Mantıklı bir insan buna kanmaz; çünkü bu davranışlar ihtimal dahilinde bile sayılmaz. Sürekli kendini haklı görmek, modern bir mantıksızlık modası hâline gelmiştir.

Günümüzde sahte maskeler, uydurulmuş roller ve sahnelenen kimlikler o kadar yaygındır ki, çoğu insan farkında değildir. Ama bilinçli bir kalp için bu, uzak durulması gereken bir uyarıdır. Maskelerin ardında gizlenen boşluklar, eninde sonunda gerçekliği saklayamaz; er ya da geç her şey açığa çıkar.

Artık bilirsin: zamanını, kalbini ve enerjini sahte insanlara harcamamak gerekir. Değerini bilen biri, hem kendini hem sevdiklerini korumak için sınırlar çizer. Çünkü her an, hayatın biricik hediyesidir.

Hayat sadece korunmak için değil, anlam bulmak için de vardır. Saf ve temiz bir kalple hareket eden insan, yaptığı her eylemin karşılığını görmese de, evrensel denge içinde doğru yolda olduğunu hisseder. Bu his, yaşama anlam katar; yitirilen zaman veya boş yere harcanan enerji böylece telafi edilir.

Unutma… Gerçek değer zamanla ve farkındalıkla ortaya çıkar. Sahici olan, ruhuna dokunandır; sahte olan gölge gibi geçip gider. İnsan kalbi, dürüstlük ve vicdanla beslendiğinde hem kendine hem başkalarına değer katar; bu değer ne parayla, ne sözle, ne de güçle ölçülebilir.

25 Temmuz 2014

Aynı yerde


Uzun zaman sonra Ege’ye gelmiştik. Akşamüstü balkonda sohbet etmek sana çok hoş gelmişti. Ardından biraz yürümek istedik. Burada seninle daha önce yürümemiştim; aslında buraya ilk gelişin ama sanki hiç yabancısı değil gibiydin. Bir tuvaldeki eksik renk ya da ilkbahar resminden oluşan yapbozun en anlamlı boşluğunu tamamlayan parça gibiydin.

Okul yolunda yürürken, o zamanlar aklımdan geçenleri anlatıyorum; kimi zaman gülüyorsun, kimi zaman ise aynı çağlardan kalan anıları paylaşıyorsun. Sonra demiryolu yanındaki parka doğru sapıyoruz. Tebessüm ediyorum: “Varlığından bihaber buralarda yürümüş, koşmuştum. Şimdi tüm o anılarım, heyecanlarım, koşuşturmacalarım, düşüncelerim… Hepsi seninle konuşuyor. Senden önce yaptığım her şey, her anı, sanki seni bulmak içinmiş.”

Ve işte bir tebessümünle etrafımızdaki her şey puslanıyor; doğa senin ışıltını yansıtmak için adeta bizimle işbirliği yapıyor. O an duygusallığından boğazın düğümlense bile, yüreğim seni sarıyor ve cesaretim tüm dünyaya meydan okuyor.

21 Temmuz 2014

Acemi aşık


İçten gelen inanç ve çaba olmadan, sağlıklı ve anlamlı bir bağ kurulamaz; hayatta bahanelere ve geçici zevklere kapılmamak gerekir.

"Gitmek istiyorsa, bırakacaksın gitsin. Aklı senden olmayanın bedeni yanında olmuş ne yazar." Özdemir Asaf 

Kimi zaman telaşlı bir heyecan başlar; ardına sonuna kadar yürümek hatta koşmak istediğimiz bir his… Her ne kadar coşkumuz dizginlenemeyecek gibi gelse de içgüdülerimiz bazen hızımızı keser. Adım atarken önceki adımı gözden geçirmek gerekir; sağlama yapmak gibi. Çoğu zaman bu, geri dönüşsüz olmaması için değil, olasılıkları gözetebilmek içindir.
Aynı bilince sahip insanlarla ilerlemek çok basitken, aynı olgunluk ve erdemden yoksunlarla mümkün değildir. Hayat farklılıklarla güzeldir; her bireyin bir yaşam tarzı vardır. Önemli olan, ortak bir noktada buluşabilmek ve bundan keyif alabilmektir. Birbirine uymaktan öte, mutluluğun doğal bir uzantısı olarak bakış açısı geliştirdiğinde hayat çok daha anlamlı ve heyecan korunabilir hale gelir.

"Bu hayatta zamanınız sınırlı. O sınırlı zamanı, başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın. Başka kişilerin düşünceleriyle yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir." – Steve Jobs

Ciddi bir birliktelik söz konusu olduğunda, zamanla ileri senaryolar canlanır akılda: kurgulanan jestler, sürprizler, güzel anlar… Önceden planlanmış bir sahne gerçekleştiğinde, karşılaşılan yüzü görmek, mimiklere şahit olmak, davranışları yaşamak… Tüm bunlar uyumluysa, insan hız kesmeden soluksuz koşabilmeli. Ne insanlar, ne şartlar ne de mesafeler engel olabilir artık.

İnanç bir yerlerde eksikse daha fazla emek ve zaman harcanmamalıdır. İleriye dönük sahne görülemiyorsa ya da emin olunamıyorsa, temel düşünce sağlam dayanaklara bağlanabiliyorsa, geriye kalan her şeyin kararını yarına bırakarak hayat ertelenmemelidir.

Gündelik ve geçici anlarla kalıcı esaslar oluşturulamaz. Küçük olaylar için öne sürülen gerekçeler kağıt siperler gibiyse, ileride bir kesit getirdiğinde aynı durumu tekrar görürsün. Örneğin anlık öfke kontrolü gibi temel bir davranış için her seferinde aynı bahane duyuluyorsa, bu durumun kalıcılığından şüphe duyulmaz. Savunulacak bir gerekçesi de olamaz.

Hayat bahaneleri kabul etmez; hayallerle yaşamayı da. Hiçbir şey yapmayıp beklemeyi de…

Bazı şeylerin olabilmesi için insanın gerçekten içten istemesi ve bu uğurda emek harcaması gerekir. Farkına varılabilecek bir çaba göstermelidir.

"En anlamlı yemin söz vermektir, en büyük intikam affetmektir, en adi söz hiç sevmedim demek; ve en güzel cevap gülüp geçmektir." – Victor Hugo

12 Temmuz 2014

Adalet


Yeterince farkında olmasak da doğa harika bir denge halinde. Bizim için oldukça tabii olan bir olgunun aslında hangi temele dayandığını kavradığımızda bu kusursuz işleyişe hayran kalıyoruz. Hiçbir varlığın sebepsiz ve hiçbir şeyin amaçsız yaratılmadığı şüphesizdir. Olmuş ve olacak her şeyin dünyada muhakkak nihai bir sonuca kavuşacağı su götürmez bir gerçektir. Peki ya sonrası?

Yüzlere bakmak sanki unutulmuş. Önceden yapılanlardan dolayı cesaret mi bulunmaz o bir çift göze bakabilmek için ya da daha sonra yapılacak hatalar için birer uyduruk kılıf bulup sahte insanları taraftar toplamak mı, kendine biçeceğin değerin olmayan kalitesini göstermek için? Mantıktan yana en ufak bir kırıntı bile varsa, bireyde sabun köpüğü gibi yanında konuşlanıp, kendini, anlayış gösteriyormuş gibi gösteren menfaatçi güruhları hayatından yaka paça atar.

Eğer ilgiden hoşlanan biriysen de üzgünüm: o gerçekliğine inandığın samimiyet ve gülümseyen yüzler gerçek değiller. Bunu öğrendiğinde yoksun olduğun güç seni gözyaşlarına boğacak ve ihanete uğramış gibi bu kötü dünyaya lanetler okuyacaksın. Sonra da bunu kendine intikam kılavuzu ilan edip yaptıklarının dozunu arttırarak kendini haklı görecek, daha da ileri gideceksin.

Kendince hayatını özgürce yaşayıp kendi kararlarını almak gibi doğal bir konuşma arkasına saklanılan düşüncelerin bir sonucu olarak, bahse değer kişiler kendini hiç kimseye ait hissetmez ve seçme özgürlüğüne sahip olduğunu düşünerek kendini kandırır durur.

Hep kendisinin haksızlığa uğradığını söyleyenler ile hiçbir şey yapmadan her şeyin en iyisini hak ettiğini ifade eden insanların oluşturduğu kümeye doğal olarak söylenmesi gereken bir çift söz doğar akıllarda: Madem sen o kadar doğru ve değerli bir insandın, neden karşılığını göremedin? Doğru insanlar mı karşına çıkmadı? Peki arayış çabası gösterdin mi, yoksa sadece kolayına geldiği gibi bekledin mi?

Değer sahibi bir insan kendini insanlara ıspatlamaya çalışmaz; çevresi zaten bilir. Masum, saf ve temiz rolü yapadurmanın sana bir kazancı olmayacak. Hep olduğun gibi davranmalı, gerçeği gizlememeli ya da gizlediğini sanmamalısın: her zaman mazlumu oynayıp ihanetin en kalleşçesini yapıyor olduğunu unutamazsın.

Çeşitli hayallerle yapılan alışverişin geçici mutluluğu çok kısa sürer. Her gece başını yastığına koyduğunda vicdanın seni rahat bırakmayacaktır. Bununla mücadele edip uykunun gelmesi için müzikle kulaklarını doldurduğun ezgilerin de sana bir faydası olmayacaktır.

Sırf yalnız kalmamak için bir insana sığınmak, o insana yapılacak en derin kötülüklerden biridir. Ardından olasılıklardan bahsetmek gibi küstahça devam etmek… Birkaç doz üstü de bunu ona aynen söylemek. Bu konuşmadan sonra söylenecek söz kalmamıştır çoktan. Yapılacak tek şey kalıyor: o kişiyle alakalı her şeyi hemen silip atmak ve hayatını tüm ayrıntılarından arındırmak. Daha sonra ilgili olabilecek hiçbir şeyi görmemek, okumamak, yok etmek.

Ayna karşısına geçip kendine bakmak gerekir bazen. Görüntüne değil, ruhuna, yaptıklarına, geçmişine; çünkü yaptığın makyaj ne kadar güzel ve kaliteli olsa da yüzünde kalmayıp geçecektir. Gerçek elbet ortaya çıkacaktır, her ne kadar insanlardan saklamaya çalışsan da. Karşındakinin yerine koyabiliyorsan kendini ve hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorsan defalarca takdiri hak etmişsindir.

Birey, kendine yalan söylememeli, yalanlarla hayallerini oluşturmamalı; yalan temelli hayallerinin gerçekleşeceği düşüncesiyle kendine kötülük yapmamalı. İnsan kendisine yapılan konuşma sonrasında sadece susuyorsa, bu kabulleniş demektir. Çünkü ortada bir haksızlık varsa mücadele edilir ve pes edilmez. İnsanın mayasında var haksızlığa uğradığında aksinin ıspatı ve gerekli çaba.

Başka bir ifadeyle: Kabullenip susmak doğru değildir. İnsan, eğer doğru olmayan bir iddia karşısında susuyorsa o iddia doğrudur. Ama canla başla karşı gelip ıspatlamaya çalışırsa ve bu çabasından basit gurur davranışlarını hiçe sayarak sıyrılabilirse, işte o insan gerçek insandır. Uğrunda mücadele ettiği şeyde de haklı olması konusunda şüpheye gerek yoktur.

Bir insanın kalitesini aile terbiyesi gösterir. Eğer aile de temel değerlerden yoksunsa, uçurumun boşluğu baş döndürücü olur ve hemen uzaklaşmak kişinin kendisine yapabileceği en büyük iyiliklerden birisi olur. Kimsenin kalbi kırılmamalı, ne pahasına olursa olsun. Gönül alınsa bile nafiledir; duvardaki çiviyi söksen bile çivinin izi duvarda kalacaktır.

Bazen dışarıda insanların yüzlerindeki ifadelere dikkat ediyorum; kimisi o kadar masumca geliyor ki… Henüz tertemiz, bembeyaz bir yaprak gibi. Kalbi kırılmamış, heyecanı söndürülmemiş, gözlerindeki ışık söndürülmemiş. Kendini tanıyamamış, beklentisi olmayan ve hayata karşı duruşu olmayan, çıkarcı birileri tarafından harcanmamış.

Öylesine saf ve temiz yüzler görüyorum ki bazen içimden sımsıkı sarılmak geliyor. Sonra diyorum ki: Merak etme, hepsi bir aşama; bunun yaşanması gerekiyor. Böylece hem kendinin hem de karşısındakinin kıymetini en derinine kadar bilebilsin, onu el üstünde tutabilirsin ve kalbinin en ortasına koyabilirsin.

"Ne doğrarsan çanağına o gelir kaşığına." sözü yeterince açık değil midir? İlahi adaletin gecikmeyeceği hiç şüphesiz gerçekleşecekken, korkusuzluğun arkasındaki boş güvenin kaynağı ne kadar akıl kârı olabilir ki? Her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde bir kötülük olması…

Dualarına şahit olduğum çok müstesna bir insan vardı. İlahi adaletin muhakkak yerini bulduğunu o kadar güzel betimlemişti ki, insanın bilincini pekiştiren örnekleri çok etkileyiciydi ve gerçek hayattan kesitlerdi. Kişi, her ne yaptıysa muhakkak aynısını bu dünyada kendisi de yaşayacak, ahirette de hesabını verecektir.

Şimdi dualarımdan "herkes için" ibaresini kaldırmış olmamın haklılığını bir kez daha anlıyorum. O çok değerli büyüğümün tüm sözleri sanki kulaklarımda yeniden canlanıyor. İnanıyorum ve tüm dileklerime ortak ediyorum.

Kalplere dokunmanın nasıl bir his olduğunu tatmadan yaşamak çok anlamsız geliyor. Oysa bir kalbe dokunduktan sonra hissettiğin mutluluğun tarifi yoktur. Hayatta bu kadar güzel bir şey varken, diğer uğraşlar anlamsız ve beyhude kalıyor.

Tesadüfi olarak karşılaştığım bir yazıdan alıntı yapacak olursam: "Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulmaz."

6 Temmuz 2014

Yaz


Sana her gelişim o kadar heyecanlı ki… Zamanı deli gibi tüketmek istiyorum; sana daha çabuk kavuşmak için! Her yola düştüğümde, aklımda sahnelediğim senaryoları canlandırıyorum; sende gerçekleştirmek üzere. Hepsi ayrı bir özellikte, tek ortak olan şeyse ana konu: sen. Üstelik yol birazcık uzasa bile detaylar daha da artıyor, sözlerse daha ince elenip sık dokunuyor. Sense tüm bunlardan habersiz, gülümseyen ve sıcacık bir heyecanla bekliyorsun, her zaman olduğu gibi.

O çiçekçiler var ya, ne kadar içimden saydım açık bir tanesini bulana kadar! Neyse ki şanslıydım; bir tane bulabilmiştim, seni görmeye çok kısa bir mesafe kalmışken. Taksi şoförü arkadaşa, aramama yardımcı olduğu için bol bol teşekkür etmiştim; çünkü konu çok önemliydi, yani sen.

Seninleyken aklımın hiçbir yerde olmaması tesadüfi olmasa gerek. Gülümseyişinin bende oluşturduğu huzuru o kadar çok seviyorum ki… Yürürken hafif bir rüzgar esintisinde parfümünün kokusu içime siniyor, o kadar güzel ki.

Okuduğum, duyduklarım, gördüklerim ve şahit olduğum her şeyde seninle ilgili olabilecek bir detay yakalamak sanki refleks olmuş bende. Dünyamı dolduran sen misin, yoksa seni hayatımın merkezine koyup her detayında heyecanlanan ben miyim?

Sen bir ilkbaharsın ya da yaz mevsimimsin; ya da her ikisi birden.

Her sesini duyuşumda aynı heyecanı yaşamak ve bunun bir ömür boyu sürmesini istemek… Sesinin hep aynı tonda ama değişken coşkunluktaki enerjisi, canlılığı o kadar muhteşem ki.

Gözlerim, kalabalığın içerisinde seni hemen seçip ayırabiliyor, inan bana; sanki gözlerinle buluşmayı benden daha çok istiyorlar gibi.

Her görüşteki sıcacık gülümsemeni takip eden samimi sarılışın var ya, zaman durabiliyormuş gibi hissediyorum…